Derviş Vahdeti kimdir
Derviş Vahdeti kimdir, Karıştığı 31 Mart vakası nedeniyle yakalanıp, yargılandığı mahkemece 25 Haziran 1909’da idama mahkûm edilip, 19 Temmuz 1909’da Ayasofya Meydanı’nda idam edilen gazeteci ve yazardır.
Derviş Vahdeti, 1869 yılında Kıbrıs Lefkoşa’da doğmuştur. Fakir bir ailenin çocuğu olan Derviş Vahdeti’nin babası Kıbrıs ayakkabıcı esnafından Kıbrıslı Mahmut Ağadır. Gençliğinde ciddi bir tahsil görmedi.
Derviş Vahdeti, küçük yaşta din eğitimi almış ve bir ara Lefkoşa Ayasofya Camiinde müezzin olarak görev yapmıştır. 20 yaşına geldiğinde Nakşibendi Tarikatına girmiş ve derviş olarak tanınmıştır. Tarikatın etkisi altında İstanbul’a giden ve bir süre burada kalan Derviş Vahdeti sonrasında Kıbrıs’a geri dönmüştür. İngilizce öğrenmiştir.
Derviş Vahdeti, Kıbrıs‘a geri döndükten sonra 15 yıl kadar çeşitli memurluklarda çalıştı. 1902 yılında tekrar İstanbul’a gelen Vahdeti, bu defa Abdülhamit II yanında bir çizgide yer alır durumda dahiliye nazırı Memduh Paşa’nın yardımıyla İskan-ı Muhacir’in komisyonunda iş bulmuştur. Aynı zamanda paşanın yalısında imamlık da yapmaya başlar. Bir süre burada çalıştıktan sonra karıştığı bir olay nedeniyle Diyarbakır‘a sürgün edilmiştir.
Sürgün edildiği Diyarbakır‘da Ziya Gökalp ile tanışmış ve Abdülhamit II karşıtı telgraf olayına katılanlardan biri olmuştur. Bu olay sonrası kaçan Vahdeti yakalanmış ve İstanbul’a getirilip hapse atılmıştır. II. Meşrutiyet‘in ilanı sonrası serbest bırakılmış ve Kıbrıs‘a geri dönmüş ama hemen kısa süre sonra İstanbul’a tekrar geri dönmüştür.
İstanbul’da Abdülhamit II rejimi tarafından sürgün edilen kimselerin kurduğu Fedakâran-ı Millet Cemiyeti’ne giren Vahdeti ardından kendince onların fesatlık yaptığını düşünüp partiden ayrılmıştır. Bu sefer de İttihat ve Terakki‘ye girmeye çalışmış ancak başarılı olamamıştır. 11 Aralık 1908’de de Volkan gazetesi’ni kurup bu gazetede Said Nursi, Enderunlu Lütfi, Mehmet Emin Hayrati gibi isimlerle yayına başlamıştır.
Derviş Vahdeti’nin “Volkan” adı ile 11 Aralık 1908’de yayın hayatına başlayan ve 20 Nisan 1909’a kadar yayınlarını sürdürüp 110 sayı çıkaran gazetesi islamcı ve İngiliz taraftarı duruşu ile dikkat çeker, baş yazar Derviş Vahdeti’nin gazetedeki yazıları bir bakıma vaazın, hutbenin gazete sayfasına aktarılmasından ibarettir. Ancak diğer taraftan İttihat Terakki’ye karşı durmakta ve II. Meşrutiyet sonrası geçici süreliğine sadrazamlıkta yapmış olan ve İngilizlerle yakınlaşmayı savunan Kıbrıslı Mehmed Kamil Paşa taraftarı yazılara da sık rastlanmaktadır.
Bununla birlikte gazetenin dili aşırı derecede serttir. İttihatçıların yayın organı Şura-yı Ümmet, Tanin gibi gazeteler, sert dille eleştirilerde bulunan Volkan için “ateş böceği”, ”ağzı kirli mühlik” ifadelerini kullanır. Volkan bu ithamlara daha kavgacı bir üslupla yanıt verir ve Ali Kemal, Mevlanazade Rıfat, Hüseyin Cahit gibi kalemlerle dalaşmaktan çekinmez.
Derviş Vahdeti, ilk başlarda aşırı derecede zorlansa da kısa zamanda mali durumu özellikle Abdülhamit II ve çeşitli kişilerin ve bir iddiaya göre İngilizlerin desteği ile toparlanmıştır. Abdülhamit II ve saray tarafından yardım edilmesinin nedeni islamcılığı savunan yayınlarının yanında masonluğa karşı gazetenin aldığı tavırdır.
Bunun yanında Abdülhamit II özellikle II. Meşrutiyet zamanı kurulan Mason birlikleri, Kürt Yardımlaşma Derneği, Ermeni Taşnaksutyun Cemiyeti, Bulgar kulübü gibi derneklerden hoşlanmamakta ve bu dernekleri Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalama yönünde tehdit olarak düşünmekteydi. Bu sebeple İslamcılık taraftarıydı. Derviş Vahdeti’ye de bu para 3 şartla verilmiş ve bu şartlara uymaya devam ederse devamı geleceği söylenmişti. a) Hiçbir zaman padişaha sataşmama b) Mason karşıtlığını sürdürme c) İslamcı çizgiyi koruma. Vahdeti buna uygun olarak hareket ediyormuş izlenimini gazetesine vererek yayınını sürdürür. Ancak diğer yandan da ingilizler lehine yayınlarını da sürdürür. Muhalefetini de gittikçe sertleştirir. İngilizlerde kendisini desteklemektedir, zira İttihat ve Terakki’nin milliyetçi ve kendi aleyhlerine olan politikaları hoşlarına gitmemektedir, çoğu İttihat ve Terakki derneği üyesi Abdülhamit II‘in Almanya’ya yakınlaşma politikasını sürdürür nitelikte hareket göstermekteydi, buna ilaveten İttihat ve Terakki’nin ingiliz yanlısı Manastır kolu, Alman yanlısı Selanik kolu ile rekabet içindeyken; ibre yavaş yavaş Manastır kolu aleyhine dönmüştü. Neticede, İttihat ve Terakki’nin Manastır kolu yavaş yavaş muhalefet tarafına geçti. Yine Prens Sabahattin‘in Osmanlı Ahrar Fırkası İttihat ve Terakki’ye karşı muhalefet etmekteydi. Gazetenin görüşlerinde Osmanlı Ahrar fırkasının görüşlerine benzer görüşler yer almaktaydı.
Volkan gazetesinin yazılarına bakılırsa 15 Aralık 1908 tarihli “Volkan” gazetesinde Kıbrıs’ın İngilizlerin Ademi Merkeziyetçi yönetimi sayesinde Kıbrıs’ın “küçük İsviçre” haline geleceğini yazmaktadır. 21 Şubat 1909 tarihli Volkan gazetesinde bir yandan tüm müslümanları bir araya getireceğinden bahsederken diğer yandan Rusya’da ki ve İngiltere sömürgelerindeki (Hindistan, Pakistan, Mısır…daki) müslümanları bu birliğin dışında tutup bu konuda İngiliz kralına teminat vermektedir.
Volkan gazetesindeki bir yazısı ise şu şekildedir: Din yüksek ahlaka dayanır. Dinsizlerden yüksek ahlak beklenemez. Dinsizler dünya için çalışır… Cenabı Hak dinsizlere düşmandır… Şu Avrupa ile temasa başlayalı beri, onların müstehcen âdetleri ülkemizde koleradan çok tahribat yapmaktadır… Bir Avrupalı kadın çarşıda pazarda açık saçık gezer. İslam kadını ise baştan tırnağa kadar örtünür… Biri sokak süpürgesi, öbürü ev kadını… Bütün İslam âlemi el ele vererek dünyamızı, ahretimizi yapmaya çalışalım. Özgürlüğün ağacı yeşerdiğinden beri başarıya giden İttihat-ı Muhammedî Cemiyeti’nde birleşelim.
Volkan gazetesi kısa zamanda özellikle belli yazarlarıyla İslamcı kesimin ve İttihak ve Terakki Derneği karşıtlarının desteğini kazanır.
Derviş Vahdeti, Volkan gazetesinin yanında İttihat-ı Muhammedi Cemiyeti adı altında bir parti kurmak için nisan ayına kadar olan bu 5 aylık dönemde sürekli olarak siyasal yönden de çalışmaktadır. Bu partiyi örgütlemek için Emirîzade adlı biriyle ortaklık kurar. Esasında 10 yıl önce yurtdışında kurulan bu parti resmi olarak olmasa da gayri resmi olarak faal bir haldedir ve iddiaya göre İngiliz Gizli Servisinin desteğiyle Emirizade bu cemiyeti İstanbul’a yerleştirme peşindedir. Vahdeti’de bu işe ortak olur ve İstanbul’da dahil bu partiyi taşraya kadar teşkilatlandırıp görüşlerini yaymak peşinde koşar. Bununla birlikte cemiyet resmileştikten sonra Vahdeti bu ortağını kolayca safdışı etmiştir.
Anadolu’nun içlerine kadar örgütlediği cemiyetin üyelik kayıtları ile pek çok üye toplamaya çalışır. Üyelik kayıtları esnasında şu propagandanın yapıldığı iddia edilmektedir:“Ey Muhammet şeriatının düşmesini istemeyen müminler! Allah-u Zülcelal aşkına Peygamberimiz Muhammet Mustafa adına bu cemiyete giriniz.” Yine üyelik kayıtlarının alındığı masalarda insanların yasaları değil Kuran yasalarına göre bir rejim kurulması için çalışılacağının söylendiği de iddialar arasındadır.
Bu cemiyetin kayıtları yalnızca halkı değil ordu içindeki bir kısım askerleri de yanına çekmiş ve ordu içinden de cemiyete üye olanlar olmuştur. Vahdeti’nin düşünceleri özellikle Makedonya’da asilerle mücadele eden ancak II. Meşrutiyet sonrası gösterdiği başarılar nedeniyle İstanbul’a getirilip Topçular kışlası v.s kışlarlarda tıpkı meclisi ve sarayı korumakla görevli muhafız taburları gibi görev yaptırılan Manastırlı Avcı taburları üzerindeki subay ve erler üzerinde de etkili olmuştur.
İttihat ve Terakki‘nin el altından muhalifleri sindirmeye ve seçimleri etkilemeye yönelik hareketleri de muhalefetin ve Vahdeti’nin güçlenmesini etkilemekteydi. Özellikle zayıf ve disiplinsiz hale gelen Avcı taburları ve ordu içindeki erlere yönelik desteği arttıracak gazetesinde yazıları yayınlamakta ve ordudan partisine üye kazandırma peşine düşmekteydi. Bir yazısında Beşinci Alaydaki askerlere hitâben şunları yazmıştır;
“Askerler!.. İttihâd-ı Muhammedî Cemiyetinin âmâli, vatanın selâmetine, yüce dînimizin bekâsına mâni olacak en ufak bir sebebin bile ortadan kaldırılmasına mâtuftur… Siz de cemiyetimize dâhilsiniz. Biz bütün askerlerimizi bu cemiyete destek biliriz. Sizden beklediğimiz bir şey varsa o da bu kutsal cemiyetimize arka çıkmanızdır. Buna da şüphemiz yoktur. Şâyet, bizde bir kötü niyet görürseniz hemen bizi süngülerinizin ucuna takınız…”
Derviş Vahdeti’nin fiilen kurulu durumdaki partisi, Ayasofya da yapılan mevlitli açılış töreniyle sonunda (Rumi takvim:23 Mart) 5 Nisan 1909’da resmen kurulur. Vahdeti açılış töreni dolayısıyla öncesinde yayınladığı bildiride şöyle demektedir:
Bu parti açılışında mevlit törenine katılanlar arasında Said Nursi‘de bulunmaktadır ve önemli bir konuşmacı ve parti üyesi olarak görülmektedir.
Bunun hemen ardından Volkan gazetesinde eleştirilerin dozajında daha da artış olur. Bununla birlikte esas olaylar 7 Nisan 1909 günü İttihat ve Terakki Partisine yönelttiği sert eleştirileri ile tanınan muhalif Serbesti gazetesinin başyazarı Hasan Fehmi‘nin öldürülmesi ile olur. Pek çok kişi bu cinayetin İttihat ve Terakki tarafından yapıldığını düşünmektedir. 8 Nisan’da bir kısım halk “Adalet isteriz” sloganı ile galata köprüsü üzerinde gösteri yapar, göstericilere ateş açılır. Hemen ardından Medrese öğrencileri din görevlisi alım şartlarındaki değişikleri protesto için gösteri yaparlar. Bu arada hükümet ordu içindeki askerlerin siyasetle uğraşmasını yasaklar. Vahdeti gazetesinde bu konularda ki, 9-12 Nisan tarihlerindeki yazılarında çok daha sert ifadelere yer vermekte ve hatta bir görüşe göre halkı alenen isyana kışkırtmaktadır. İfadeleri özetle şu şekildedir.
Ardından diğer gazeteleri girişeceği harekete şu sözlerle davet edip Mizan, Serbesti, İkdam gibi muhalif basının kendisine katılmasını ister.
““Hep hücum edelim. … İşte Volkan Sancaktarlık görevini üstlenmiş, ilerliyor. Arş ileri! Şehit olursam da siz dönmeyiniz. Zira zafer bizimdir. Halk bizimledir.”
Diğer yandan Vahdeti’nin kullandığı usluptaki sertlik kendi gazetesinde çalışan ve İttihadı Muhammedi partisinin açılışında en ön saflarda yer alan Said Nursi‘nin hoşuna gitmez. Said Nursi, Volkan gazetesinde, 11 Nisan günü başlayıp 31 Mart isyanının başladığı gününde de süren 4 bölümlük yazı dizisinde “Biraderim Derviş Vahdeti Bey’e” sözleriyle başlayıp onu şu sözlerle uyarmaya çalışır ve ona halkı kışkırtıcı hareketlerden uzaklaşmasını tavsiye eder.
“Edibler edepli olmalıdırlar. Hem de edeb-i İslâmiyye ile müteeddib olmalıdırlar. Matbuat nizamnamesini vicdanlarındaki hiss-i diyanet tanzim etsin…”
Bu olayların neticesinde, 31 Mart 1325’te (13 Nisan 1909) 12 Nisan’ı 13 Nisana bağlayan gece Kışlanın önünde ellerinde yeşil bayraklar bulunan birtakım sarıklı hocalar dolaşmaya başlar, pencerelere doğru şöyle seslenmektedir bunlar: “Ey kahramanlar, şeriat elden gidiyor, ne duruyorsunuz?” Çok geçmeden, askerler “şeriat isteriz, padişahım çok yaşa” haykırışlarıyla, önlerinde hocalar olduğu halde yollara düşer. 4. Avcı taburu askerleri şeriat istemiyle ayaklanıp Taksim Topçular Kışlasında subaylarını hapsedip isyan ederler. Bu olay sonraları 31 Mart Vakası olarak anılacaktır. İstanbul’da bulunan 5. 6. ve 7. Nizamiye askerleriyle Beyoğlu Topçu Alayı’ndaki askerleri de yanlarına alarak Ayasofya Meydanı’na gelmişler ve gece 02.45’ten itibaren Meclis-i Mebûsan önünde toplanmışlardır. Ellerinde beyaz, yeşil ve kırmızı renkli bayraklar bulunan, şeriat isteriz sloganı atan bu isyancılara başta Volkan Gazetesi sahibi Derviş Vahdeti olmak üzere, İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti üyeleri de iştirak eder. Ayashoca tekbir getirmektedir. Kimi hoca ve askerler de İttihat ve Terakki Cemiyeti yüzünden dinin elden gittiği, şeriatın yeniden hâkim olması gerektiği üzerine nutuk atmaktadır.
Beyazıt ve Fatih medreselerinin bazı talebeleri de ayaklanmaya katılır buna karşın bu ayaklanmaya karşı çıkan vazgeçirmeye çalışan bir kısım asker ve ilmiye sınıfı mensupları da öldürülür. Meclisi Mebusan işgal edilir, Abdülhamit II‘in bulunduğu Yıldız sarayı kuşatılır.
İsyan genişlemeye devam eder. Kan dökülür: bir nazır, bir milletvekili, yedi subay öldürülür. Tanin’le Şurayı Ümmet gazetelerinin idarehaneleri yağma edilir, İttihat ve Terakki Merkezi basılır. İstanbul’a artık isyancılar ve yağmacılar hâkimdir.
İsyancıların Ayasofya Meydanı’nda Şeyhülislam Efendi’ye vermiş oldukları istek listesi şöyledir: 1) Hükümetin istifası, 2) Kamil Paşa’nın sadarete, İsmail Kemal’in Meclis-i Mebusan reisliğine getirilmesi, 3) İttihatçı subayların değiştirilmesi ve ordudan tasfiye edilen alaylı subayların geri dönmesi, 3) İttihat ve Terakki’nin ilgası, 4) Şeriat hükümlerinin tamamen uygulanması ve hadiselere katılanlar için af ilan edilmesi. Meclis’te karar alacak çoğunluk bulunmadığı halde, bu istekler zaruri olarak kabul edilmiş ve Abdülhamit II tarafından da onaylanmıştır.
İsyanın ilk sonucu Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa‘nın istifası olmuş ve Onun yerine Tevfik Paşa atanmıştır. Bu sırada Saray’a gitmekte olan Adliye Nazırı Nazım Bey Meclis-i Mebusan Reisi Ahmet Rıza olduğu zannıyla öldürülmüştür. Yine aynı gün, Lazkiye Mebusu Mehmed Arslan Bey’in meşhur gazeteci Hüseyin Cahit Bey olduğu zannıyla isyancılar tarafından öldürülmüştür.
Bunların yanında, Yıldız Sarayı’nı bombalamak planıyla itham edilen Ali Kabûli Bey de Abdülhamit II‘in gözleri önünde katledilmiştir. Abdülhamit II asker kanı dökülmemesi gerektiğini söyleyip isyanı bastırmak için elinin altındaki 1.ordunun kalan kuvvetlerini kullanmaz ancak isyancılara da onların arzu ettiği bir yardımda da bulunmaz. Bununla birlikte hükümetin zayıflığı karşısında asayişin sağlanması için gerekli tedbirleri almaya çalışır.
Diğer yandan isyanının yankıları Selanik’te büyük bir tepki doğurmuş, meşrutiyetin elden gittiği endişesiyle, Rumeli’deki askeri birlikler ve halktan asker toplanmaya başlanmıştır. 1 gün gibi kısa sürede toplanan bu birliklere “Hareket ordusu” adı verildi. Bu orduya katılan Osmanlı İkinci ve Üçüncü Ordu askerlerinden oluşan öncü birlikler, 19 Nisan’da trenle Yeşilköy’e gelirler. Mahmud Şevket Paşa komutasında İstanbul’a ulaşan tümenin kurmay subaylarından biri kurmay yzb. Mustafa Kemal ATATÜRK‘dür. Mahmud Şevket Paşa önderliğindeki ve Enver Paşa‘nın kurmay başkanlığında Hareket Ordusu 24 Nisan’da şehrin hâkimiyetini tamamen ele geçirir. İsyancıların en yoğun direnme noktaları Taşkışla, Davutpaşa ve Taksim Kışlaları’nda olmuş ve kanlı çarpışmalar gün boyu sürmüştür. Bundan başka bazı isyancıların karşı koyması dışında, ciddi bir direnişle karşılaşılmaz buna rağmen 300’den fazla ölen kişi olur.
25 Nisan’da İstanbul’da sıkıyönetim ilan edilir ve isyancılar tespit edilip tutuklamalar başlar. Bunun üzerine Derviş Vahdetî de dahil bir kısım isyancılar İstanbul’dan kaçar.
Hareket Ordusu’nun İstanbul’a yaklaşması Derviş Vahdeti’yi zaten tedirgin etmiş, isyanın daha beşinci günü bir kaçış planı hazırlamaya başlamıştır. Bu amaçla önce İngiliz destekçilerinden biri olan Sait Paşa’ya başvurur. Ardından, onun tavsiyesi ile Şehzade Vahdettin VI. Mehmet‘in sarayına sığınmayı dener. Vahdettin’in karşı çıkması üzerine Gebze’ye kaçar. Buradan aldığı yardımla demiryoluyla İzmir’e doğru yola çıkar. Oradan deniz yoluyla yabancı bir ülkeye kaçmayı hedeflemektedir. Ancak bindiği trende iki subayın kendisinden kuşkulanması üzerine Hereke’de iner. Konaklaya konaklaya İzmir’e ulaşır. Parasız kalan Vahdeti, para bulmak için buradaki bir hemşerisine başvurur. Bu kişinin ihbarı ile 25 Mayıs’ta yakalanıp yargılanmak üzere İstanbul’a gönderilir.
İsyana katılanlar ve destekleyenler İstanbul’da kurulan sıkıyönetim mahşi ise çeşitli hapis cezalarına çarptırıldı. Derviş Vahdeti’nin yargılanması bir aydan fazla sürdü. Akıl sağlığının bozuk olduğu yönündeki savunmasına itibar edilmedi. Vahdeti ile birlikte yargılanan Said Nursi ise mahkemedeki suçlamalardan beraat eder. Buna karşın bu isyan sonrası yakalanan Prens Sabahattin ve bir kısım Hürriyeti Ahrar fırkası mensupları İngilizlerin müdahalesiyle yargılanmadan serbest bırakılmak zorunda kalınır.
Derviş Vahdeti, 25 Haziran 1909‘da idama mahkûm edildi ve 19 Temmuz 1909 tarihinde İstanbul’da 40 yaşında Ayasofya Meydanında idam edilerek ölmüştür.