Melih Cevdet Anday kimdir, Türk şair, gazeteci, roman ve oyun yazarı. Orhan Veli Kanık ve Oktay Rıfat‘la birlikte “Yeni Şiir” anlayışını geliştirerek “Garip Akımı“nı başlatmış, Türk edebiyat tarihinde yeni bir dönemin kapılarını açmış ve çağdaş Türk şiirinin temellerini atmıştır. Geleneksel yazın kurallarına ilk başkaldırı olan bu hareketle, sosyal yaşama yansıyan moderniteyi edebiyata aksettirmiş ve gündelik toplumsal olayların mizahi, ironik ve hicivsel yönlerinin de şiire konu olabileceğini göstermiştir.
Melih Cevdet Anday, 13 Mart 1915 tarihinde, babası avukat Cevdet Bey’in Çanakkale‘nin bir köyünde askerlik yaptığı sırada, İstanbul‘da dünyaya geldi. Cevdet Bey’in de aslında edebiyata merakı vardı. Yüksek öğrenimi için önce edebiyat fakültesine girmişti; ancak bu eğitimi yarıda bırakıp hukuk fakültesine devam etmişti. Dolayısıyla, Melih Cevdet’in sanat ve edebiyata düşkünlüğü babasının ona da aşıladığı bu ilgiden ileri geliyordu.
Çocukluk yılları, Kadıköy semtindeki Bahariye civarında geçti ve ilk öğrenimi için eski Fenerbahçe Stadı’nın yan tarafındaki Taş Mektep’e (sonraki adı, Kadıköy 35.İlkokulu) gönderildi. 1928 yılında ise, bu okulun yanında bulunan Kadıköy Sultanisi’nde (sonraki adı, Kadıköy Ortaokulu) ortaokul eğitimine başladı. 1931 yılında mezun olduktan sonra, babasının Ankara‘da avukatlık yapması nedeniyle, ailece buraya taşındılar. Melih Cevdet, lise öğrenimi için Ankara Erkek Lisesi’ne (sonraki adı, Ankara Gazi Lisesi) kaydedildi. Burada okurken, sanatsal eğilimleri bariz hale geldi ve özellikle tiyatroya merak saldı. Bu ilgisi ise onun, Orhan Veli Kanık ile tanışmasına vesile oldu. Aslına bakılırsa, Melih Cevdet, daha ortaokul sıralarından başlayan Orhan Veli ve Oktay Rıfat arkadaşlığında, üçüncü sac ayağını oluşturacak ve bu genç şairler ilerleyen yıllarda, çağdaş Türk edebiyatının gelişiminde büyük rol oynayan “Garip Akımı”nın (Birinci Yeni Hareketi olarak da bilinir) öncüleri haline gelecekti.
Gençlerin ortak edebi görüşleri ve şiir yazma sevdaları, kısa zaman sonra, edebiyat öğretmenleri Ahmet Hamdi Tanpınar tarafından fark edildi. Okul kooperatifinin destek olduğu, “Sesimiz” adlı bir dergi çıkarmaya başlayan gençler, hece vezniyle yazdığı ilk amatör eserlerini burada yayımladı. Sesimiz dergisi, gelecekte atacakları büyük adımların başlangıcı olması açısından, şairlerin edebiyat kariyerlerinde büyük önem taşıdı.
Liseden mezun olduktan sonra, Melih Cevdet, Oktay Rıfat’la birlikte Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne girdi ve Orhan Veli de İstanbul’a, edebiyat okumaya gitti. Bu ayrılıktan sonra, bir süre, gençlerin yazın çalışmaları eski hızını kaybetti. Melih Cevdet bu arada bölümünden ayrılıp, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ne geçiş yaptı. Fakat burada okumayı da istemeyerek öğrenimini yarıda bıraktı. Ardından Devlet Demiryolları’nda memur olarak çalışmaya başladı. Orhan Veli’nin Ankara’ya geri dönmesiyle birlikte eski havasını bulan genç şairler, yeniden kalemlerine sarıldı. Ancak bu kez durum farklıydı. O dönemin edebi metinlerindeki ağır dili, hummalı, özentili söylemi ve sanatsal kurguyu beğenmiyorlar; alışılagelmiş yazın tekniklerinden bağımsız, özentisiz, olabildiğince sade ve gündelik olaylar üzerine şiirler yazıyorladı.
Genç şairlerin, edebiyata ve özellikle şiire yönelik düşkünlüğüne birebir şahit olan Nahit Sırrı Örik, bu yeni eserlerin, o sıralarda Ankara’da çıkarılan “Varlık” adlı kültür-sanat dergisinde yayımlanması için, dergi sahibi Yaşar Nabi Nayır‘a öneride bulundu. Şiirleri inceleyen Yaşar Nabi, 1936 yılının Kasım ayında, genç şairlerin yeni tarzda kaleme aldığı manzumeleri, derginin birbirini izleyen sayılarında bastı. Bu vesileyle ialayan gençler, Yaşar Nabi tarafından, “edebiyatımıza yeni bir hava getiren üç şair” betimlemesiyle, farklı ve yenilikçi bir şiir anlayışını benimseyen yeni şairler olarak camiaya tanıtılmış oldular. Yayımlanan ilk şiir, Melih Cevdet’in kaleme aldığı “Ukde” oldu. Ardından, Orhan Veli’nin “Dört Şiir” adlı eserini, Oktay Rıfat’ın “Eza“sı izledi. Ancak dönemin klasiklerinden hayli tepki gördüler ki, aslına bakılırsa bu ilk eserler tamamen bağımsız ve özgün değildi. 1937 yılının Ağustos ayına kadar geçen süre boyunca yayımlanan şiirler, hece vezninden serbest vezne yumuşak bir geçişin örnekleri sayılmasının yanı sıra, Ahmet Hamdi Tanpınar, Necip Fazıl Kısakürek ve Ahmet Muhip Dranas üslubundan ve Dadaizm anlayışından izler taşıyordu.
Amatör yazımdan profesyonelliğe doğru ilerleyen gençler, zamanla kendi yazım stillerini oturtmaya başladılar. Bununla birlikte, “Yeni Şiir” anlayışını geliştirerek, Türk şiirinin devinimsel kısır döngüsünden sıyrılma, farklı biçimler deneme ve kalıplaşmış kurallardan azat olma çabalarına girmişlerdi. Sosyal hayatta olduğu gibi, edebiyatta da modern dünyanın yansımasını görmek; hatta bunu bizzat kendileri gerçekleştirmek istiyorlardı. Melih Cevdet, yazın çalışmalarına bir süre ara vererek, 1938 yılında, sosyoloji eğitimi almak amacıyla Belçika‘ya gittiğinde, Oktay Rıfat’la Orhan Veli, Varlık’a yazdıkları şiirleri “Bu sayfayı şair Melih Cevdet’e ithaf ediyoruz” yazısıyla yayımladılar ve yeni stilde kaleme aldıkları bu dörtlüklerini Melih Cevdet’e gönderdiler. Arkadaşlarının bu farklı, klasik biçimlerden uzak, doğal ve bağımsız yazın şeklini hemen benimseyen Melih Cevdet de, aynı şekilde satırlara döktüğü şiirlerini onlara gönderdi ve bunlar da dergide yayımlandı. Böylece, edebiyat çevrelerine, üçlünün birlikte hareket ettiği mesajı verilmiş oldu ve “Garip” akımının temelleri atıldı.
Melih Cevdet, II.Dünya Savaşı‘nın yol açtığı gerginlik nedeniyle, 1940 yılında yurda geri döndü ve askere gitti. Aydın‘da geçen vatani görevinin ardından, Hasan Ali Yücel‘in bakanlığı döneminde, Milli Eğitim Bakanlığı Neşriyat (Yayın) Müdürlüğü’nde danışman olarak çalışmaya başladı. Belirli bir mecrada tıkanıp kalmış olduğunu düşündükleri Türk şiirinin önünü açmayı, farklı ve denenmemiş yeniliklere açık olmayı ve sanatı halka yakınlaştırmayı isteyen genç şairler, 1941 yılında “Garip” adlı ortak bir şiir kitabı yayımladılar. Böylece “Birinci Yeni Hareketi” (Kitabın adı nedeniyle, Garip Akımı olarak da anılır) başlamış oldu. Bu kitap, şairlerin “Yeni Şiir” anlayışını kamuoyuna iletmesi, fikirlerinin geniş bir yankı bularak, Türk edebiyat tarihinde yeni bir sayfayı açması açısından çok önemlidir. Garipçilere göre, şiiri zorunlu bir kurmacaya dönüştüren uyak, ağır sanatsal söylemler, kelime oyunları, aşırı duygusallık; yani geleneksel şiirin tüm klasik özellikleri terk edilmeliydi. Konuşma diliyle, yalın sözcükler kullanılmalı, yabancı kelimelerden arınarak, Türkçeye dönülmeli ve duygular da doğal bir şekilde ifade edilmeliydi. Bu görüşlerine rağmen, genç şairlerin bu dönemki eserlerinde, az da olsa geleneksel şiirin etkilerini görmek mümkündü.
Edebiyat çevrelerince ilk önceleri hayli yadırganan bu akım, geleneksel şiircilerle Garipçiler arasında neredeyse yazınsal bir savaşa yol açtı. Ancak, zamanla birçok yeni şairin benimser hale gelmesiyle birlikte, Garipçiler amacına ulaştı. Gündelik olayların, sokaktaki insanların, bazen bir çiçeğin bile şiire konu edilebileceğini, özentisiz ve doğal dille de duyguların ifade edilebileceğini göstermiş oldular.
Melih Cevdet’in, Garip’le başlayan şiir yolculuğunun ikinci bölümü, daha farklı tarzda kaleme aldığı “Rahatı Kaçan Ağaç” (1946), “Telgrafhane” (1952) ve “Yanyana” (1956) adlı kitaplarıyla devam etti. Garip Hareketi, Türk edebiyatında istenilen havayı yarattıktan sonra, arkadaşları gibi, bu kadarla yetinmeyerek, farklı ve özgün bir üslup edinme, süreklileşen bir yenilenme çabasına girdi. Bu eserlerinde genellikle, evrensel temaları özgün bir üslupla işledi. Ona göre, şiir “bilinen sözcüklerle bilinmeyen sözler yaratmak”tı. Toplumsal konulara tepkisel, mizahi ve alaycı bir yaklaşımda bulunurken, zaman zaman uyak kullanmış ve geleneksel Türk şiiri öğelerine tamamen karşı durmadığını göstermek istemişti. Onun eserlerinde duygu, özellikle 40’lı yılların ikinci yarısından itibaren düşüncenin önüne hiçbir zaman geçemedi. Bu açıdan, insani ve toplumsal sorunları ele aldığı “Yanyana”da kullandığı kavgacı, sivri ve eleştirel dil nedeniyle dava edildi ve kitap toplatıldı. Ancak kısa zaman sonra beraat etti. Şair, bu ikinci döneminde, deneme, roman, tiyatro oyunu, anı, gezi gibi pekçok türde de eserler kaleme aldı ve edebiyatın hemen her alanında adından söz ettirdi.
1946 yılında yapılan siyasi seçimlerin ardından Konya‘ya tayin edilen Melih Cevdet, Kütüphaneler Genel Müdürü’nün yardımıyla, bir süre sonra, Ankara Kitaplığı‘na tasnif memuru olarak atandı. Bu dönem, şairin eserleri, Ses, Yeditepe, Papirüs, Yeni Dergi, Soyut gibi dergilerde yayımlandı. 1949 yılında, Orhan Veli’nin çıkardığı “Yaprak” adlı dergide de Oktay Rıfat’la birlikte yer alarak, şiirde sürekli yeni bir form arayışına girdi. 1952’de çıkardığı Telgrafhane, bu dergide yayımlanmış şiirlerinden oluşuyordu.
1951‘de, İstanbul’a taşınan ünlü şair, Akşam gazetesinde, iç sayfa sekreterliği yapmaya başladı ve aynı zamanda, kültür-sanat-edebiyat sayfasının da editörlüğünü üstlendi. Böylece gazeteciliğe adım atmış olan Melih Cevdet, bu dönemde kaleme aldığı makalelerle, düzyazıya da geçiş yaptı. Ancak birkaç yıl sonra, siyasi nedenlerle görevine son verilince, 1954‘de, İstanbul Belediye Konservatuarı, Tiyatro Bölümü’nde, fonetik-diksiyon derslerinde eğitmenlik yapmaya başladı. LCC tiyatro okulunda, mitologya derslerine girdi. Aynı zamanda, Doğan Kardeş Yayınları için çalıştı. 1958 yılında, Tercüman gazetesine girerek, “Yaşar Tellidede” takma adıyla, köşe yazıları kaleme aldı. Sonrasında, Büyük Gazete, Tanin ve İkdam gazetelerinde fıkra ve köşe yazıları yazdı; sanat-edebiyat sayfası yönetmenliği yaptı ve romanları yayımlandı. Bu dönemde, Niyaz Niyazoğlu, Murat Tek, H.Mecdi Velet gibi imzalar kullandı. 1960 yılında, Cumhuriyet gazetesinde yazmaya başladı ve bu görevi, ölümüne değin sürdürdü.
1963‘de yayımladığı, “Kolları Bağlı Odysseus” adlı şiir kitabıyla birlikte, doğa-zaman-insan perspektifini hedef alan, yeni bir bakış açısı geliştirdi. Yirmibeşkadar çeviri kitaba imzasını atmış olan Melih Cevdet, özellikle mitoloji kitaplarından yaptığı çevirilerden oldukça fazla ilham almış; doğa ile insanın, zaman mefhumu içerisindeki etkileşimini şiirsel bir söyleme çevirmişti. Daha simgesel ve soyut kavramlardan yararlanmaya başlamış; bu arada yerel unsurları da göz ardı etmemişti. Homeros, Eliot, Ezra Pound ve Karacaoğlan koşmalarını sentezleyerek, şiirin evrenselliğini ortaya koymaya çabalamıştı. Denemelerini “Doğu-Batı” (1961) ve “Konuşarak” (1964) adlı kitaplarında toplayan şair, 1965 yılında, “Aylaklar” adında bir roman ve “İçerdekiler” adlı bir de tiyatro ürünü kaleme alarak, düz yazıda da başarılı örnekler ortaya koydu. Yine aynı yıl, “Sovyet Rusya, Azerbaycan, Özbekistan, Bulgaristan, Macaristan” izlenimlerini anlatan, gezi türünde bir kitap da yayımladı.
1964-1969 yılları arasında, TRT Yönetim Kurulu üyeliği yapan Melih Cevdet, 1977 yılında, Belediye Konservatuarından emekli oldu. 1979‘da ise, UNESCO Genel Merkezi Kültür Müşaviri olarak Paris‘e gitti ve yaklaşık bir yıl boyunca, Paris Eğitim Müşavirliği’nde görev yaptı. Eserleriyle pekçok ödüle layık görülen ünlü şair, “Mikado’nun Çöpleri” adlı ünlü tiyatro oyunuyla, 1967-68 İlhan İskender Ödülü’nü aldı. Ardından, “Gizli Emir” romanıyla, 1970‘de, roman dalında, TRT Sanat Ödülü’nün sahibi oldu. Cumhuriyet gazetesinde uzun yıllar yazarlık yapan Melih Cevdet, 30 Kasım 2002 tarihinde, 87 yaşındayken hayata veda etti ve cenazesi Büyükada‘da toprağa verildi.
1975 sonrasındaki eserlerinde ve özellikle derleme şiirlerinden oluşan “Sözcükler“de, Anday’ın sanatının sürekli bir değişim ve gelişim içinde olduğu gözlemlenmiştir. Filozof ve halk ozanını, aynı söylemlerle biraraya getirmiş; Doğu ve Batı kültürleri arasında bağ kurmaya çalışmıştır. Eserleri, İngilizce, Fransızca, Rusça, Almanca, Bulgarca, Yunanca gibi pekçok dile çevrilmiştir. Sadece yazınsal yapıtlarıyla değil, düşünsel yönüyle de Türk edebiyatına çağdaş bir bakış açısı getirmiştir. UNESCO, 1971 yılında, Melih Cevdet Anday’ı, Cervantes, Tolstoy, Dante gibi ünlü ve klasikleşmiş yazarlar arasında gördüğünü açıklamıştır.
ESERLERİ:
ŞİİR:
Garip (Orhan Veli ve Oktay Rifat’la birlikte, 1941)
Rahatı Kaçan Ağaç (1946)
Telgrafhane (1952)
Yan Yana (1956)
Kolları Bağlı Odysseus (1963)
Göçebe Denizin Üstünde (1970)
Teknenin Ölümü (1975)
Sözcükler (eski kitaplardan derlenenler ve yeni şiirlerle, 1978)
Ölümsüzlük Ardında Gılgamış (1981)
Tanıdık Dünya (1984)
Güneşte (1989)
Yağmurun Altında (1995)
ROMAN:
Aylaklar (1965)
Gizli Emir (1970)
İsa’nın Güncesi (1974)
Raziye (1975)
Yağmurlu Sokak (1991)
Meryem Gibi (1991)
DENEME:
Doğu-Batı (1961)
Konuşarak (1964)
Yeni Tanrılar (1974)
Sosyalist Bir Dünya (1975)
Dilimiz Üstüne Konuşmalar (1975)
Maddecilik ve Ülkücülük (1977)
Paris Yazıları (1982)
TİYATRO:
İçerdekiler (1965)
Mikado’nun Çöpleri (1967)
Dört Oyun (1972)
GEZİ:
Sovyet Rusya, Azerbaycan, Özbekistan, Bulgaristan, Macaristan (1965)
ÖDÜLLERİ:
1967-68 İlhan İskender Armağanı Mikado’nun Çöpleri adlı oyunuyla
1970 TRT Sanat Ödülleri Roman Armağanı Gizli Emir adlı romanıyla
1973 TDK Çeviri Ödülü Tarjel Vesaas’dan çevirdiği Buz Sarayı romanıyla
1976 Yeditepe Şiir Armağanı Teknenin Ölümü şiir kitabıyla
1978 Sedat Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü Sözcükler şiir kitabıyla
1981 İş Bankası Büyük Ödülü Ölümsüzlük Ardında Gılgamış şiir kitabıyla