Pablo Picasso kimdir, İspanyol ressam. Gerçek adı Pablo Ruiz Picasso‘dur. Picasso tanınan en üretken sanatçı ve 20. yüzyılın en önemli ressamlarından biridir. Guiness Rekorlar Kitabı‘na göre, toplam 13,500 resim, 100,000 baskı, 34,000 kitap resmi ve 300 heykel ve birçok seramik ve çizim üretmiştir. 1973 yılında eserlerinin toplam değerinin 750 milyon dolar olabileceği tahmin edilmiştir. Sanat dünyasında çığır açan Kübizm akımının Georges Braque’la birlikte öncüsüdür.
25 Ekim 1881’de Málaga, İspanya’da dünyaya geldi. İspanya’nın önemli sanat enstitülerinde öğretmenlik yapan ve bir müzede küratör olarak çalışan Jose Ruiz Blasca ile İtalyan asıllı Maria Picasso Lopez’in ilk çocuklarıydı. Doğduğu gün ölümle ilk kez burun buruna gelen Picasso’nun ebesi onun öldüğünü düşünüp tüm özenini annesine yöneltmiş, ancak doktor olan amcası
Don Salvador’un soğukkanlılığıyla Picasso son anda kurtulmuştu. 1884 yılında kız kardeşi Dolores ve 1887’de Concepcion doğdu. Picasso sanata düşkün bir aileden geliyordu. Zira anne ve baba tarafında da ressam akrabaları vardı. Resimle ilgili büyük yeteneği çok küçük yaşlarında ortaya çıkan Picasso’nun söylediği ilk sözcük İspanyolca kalem anlamına gelen Lapiz’in kısaltılmışı “Piz” olmuştu. Zira kâğıt ve kalemle olan ilişkisi o yıllarda başlamıştı. İlk eğitimini babasından alan Picasso, sonrasında Academia de San Fernando’ya devam etmişti. Yaşamının ilk on yılını doğduğu kasaba Malaga’da geçiren Picasso’nun ailesi geçim sıkıntısı çekiyordu. Ancak babasının İspanya’nın kuzeyinden daha iyi ücretle yeni bir iş teklifi alması üzerine dört yıl geçirecekleri Atlantik kıyısındaki eyalet merkezine taşındılar. 1894 yılında kız kardeşi Concepcion’ın difteri sebebiyle hayatını kaybetmesi Picasso’nun yaşam ve sanat üzerine fikirlerini önemli ölçüde etkileyecekti.
Sanat konusunda başlangıçta babasını örnek alan Picasso, 13 yaşına geldiğinde çalışmalarıyla herkesi kendine hayran bırakan bir ressam olmuştu. Babası Jose Ruiz Blasca, Picasso’nun yaptığı güvercin resminden o kadar etkilenmişti ki tüm gereçlerini oğluna vererek onun artık olgun bir sanatçı olduğunu kabul etmiş ve bir daha hiç resim yapmamıştı.
1895 yılının ilk aylarında Ruiz Blasco ailesi Barselona’ya taşındı ve Picasso doğru dürüst eğitim görmemesine rağmen 14 yaşında tanınmış bir sanat okulu olan Llotja Sanat Enstitüsü’ne kabul edilmeyi başarmıştı.
Disipline olan tahammülsüzlüğü ve desen egzersizleri üzerindeki titizliği okul hayatının en belirgin özellikleriydi. Barselona’da geçirdiği yıllarda yaratıcı fikirlerle dolup taşan Picasso o dönemde modernistlerle ve zengin burjuva aileleriyle tanıştı ve resim dilinin gelişiminde önemli rol oynayacak olan Carles Casogemos ile arkadaş oldu. Çıraklık döneminin sona ermesinden çok önce Barselona’nın en tanınmış ressamları arasına giren Picasso’nun, Barselona’da o güne dek gerçekleştirilen en önemli sergide ilk büyük boyutlu yağlı boya tablosu sergilendi. 1897’de Malaga’da geçirilen bir yaz tatilinin ardından Picasso, Madrid’deki yeni atölyesine taşındı ve İspanya’nın en tanınmış sanat okullarından birine girdi. Önceleri geçmişin usta ressamlarını kopya edip onların biçemlerini kullanan ressam, daha sonra bu resimlerden ilham alıp kendi stilini oluşturmaya başladı.
1900’de ilk kişisel sergisini Galeri Volland’da açan ve Paris’e ilk ziyaretini gerçekleştiren ressam, yakın arkadaşı Carlos Casagemas’ın intiharıyla yepyeni bir döneme girdi. Yaşadıklarını mavi renk temasıyla eserlerine yansıttığı bu döneme Mavi Dönem adını veren Picasso, yaşlılık, fakirlik ve ölüm konuları üzerine eğilmişti. Dama en Eden Concert (1903),
La Vida (1903), Las dos hermanas (1904) gibi tabloları o dönemin bir ürünüydü. Mavi döneminde resimlerinde hüzün ve melankoli egemendi. Aslında gökyüzünün rengi olan mavi çocukluğundan itibaren Picasso’nun en sevdiği renk olmuştu ve bu rengi, ilk dönem resimlerinde güçlü duyguları ve hüznü ifade edebilmek için kullandı. Picasso bu dönemde ayrıca ilk heykellerini de yaptı. Çağın en büyük sanatçılarından biri olan Rodin‘ in yapıtlarını görmesi onun yaşamına yeni bir boyut kazandırmış ve plastik çalışmalara başlamıştı. Bu periyodun en öne çıkan çalışması bugün Cleveland’s Museum of Art‘ta sergilenen
“La Vie” (1903)’ydi. Mavi Dönem 1901-1903 yılları arasındaydı.
1904’te Paris’e yerleşen Picasso, ona Fransızca öğretecek olan gazeteci ve şair Max Jacob’la birlikte yaşıyordu ve daha sonra evleneceği Fernande Olivier‘le tanışması da o günlere rastlıyordu. Paris günleri Picasso’nun yeni başlayan döneminin de habercisi niteliğindeydi. Mavi Dönem’den sonra yine bir temel rengi ağırlıklı olarak kullandığı ve resmin ruhunu ortaya çıkaran yeni dönem gelmişti: Pembe Dönem. Renkten çok çizgi ve desen kullanımına önem vermeye başlayan Picasso’nun kompozisyon tercihi daha estetikçi bir durum aldı ve tercih ettiği renkler gri-pembe aşı boyası ve kahverengi ağırlıklıydı. Desenlerinde cambaz ve soytarı figürlerine giderek daha sık rastlanmaya başlanan ressamın bu dönem çalışmalarında hüzün duygusu biraz daha hafiflemişti. Sirk insanları, palyaçolar yeni kahramanlarıydı. Dönemin en önemli eserlerinden biri, Washington‘daki The National Gallery’de sergilenen
“Family of Saltimbanques“(1905)’ti. Pembe Dönem’e ait diğer çalışmalardan bazıları ise
“Lady with a Fan“(1905), “Harlequin Family“(1905), “Woman with Loaves“du.(1906) Bu dönemde kullandığı figürlerin yalın ve köşeli düzenlenişi Kübizm’in doğuşunun habercisi niteliğindeydi.
Picasso’nun çalışmaları 1905 yılından itibaren klasik bir hava kazanmaya başlamıştı. Aynı dönemde yaşayan Henri Matisse’den ve Henri Rousseau’dan çok etkilenen ressamın Kübizm yolculuğu da o dönemde start aldı. Ayrıca 1906 yılı sonlarında Picasso artık yalnızca resim ve desen alanında değil, heykel ve gravürde de tanınmaya başlamıştı.
Bu dönem, Picasso’nun resimlerini sadece çok yakın dostlarından başka kimselere göstermediği dönemdi ve ilk Kübist resimlerini tamamlayana kadar durum bu şekilde devam etti. Ressam düz alanda üç boyutlu formları birbirinin üzerine gelecek şekilde kullanmaya, insan anatomisini göründüğünden farklı işlemeye başlamıştı. Picasso, yakın arkadaşı Georges Braque’la birlikte 1907 yılında başlayan ve sanat tarihinde yepyeni bir çığır açan Kübizm Akımı’nı başlattı. Picasso’nun Kübist sanat anlayışının ilk örneği ise aynı yıl tamamladığı Avignonlu Kızlar isimli tablosuydu. Bu dönemde yaptığı resimlerin en ünlüleri Pipo İçen Adam (1911) , kolaj tekniğiyle yaptığı Bambu Sandelyeli Natürmort (1912) ve bir karakalem çalışması olan
Şişe, Bardak ve Keman’dı. Georges Braque’la aynı akım üzerine resmettikleri çalışmalar birbirine benzediği için eserlerini birbirinden ayırmak zor oluyordu. Kübist tabloların genel özelliği, geometri ve geometrik şekillerin kullanılmasıydı ve resmedilen nesneler geometrik formlar oluşturacak şekilde basitleştirilmiş veya geometrik şekillere bölünmüştü. Kübizmin bir diğer özelliği de uzaydaki üç boyutlu bir cismi iki boyutlu yüzeye aktarma çabasıydı ve Picasso bu amaçla şekilleri yanal yüzeylerine bölüştürüp her birini iki boyutlu yüzeyde göstermeye çalışıyordu. Yine bu nedenden portrelerindeki insanlar hem profilden hem de cepheden görülmekteydi.
1910 yılından itibaren Picasso ve Braque Kübizm akımını yeni bir boyuta taşımaya başlamışlardı. Bu ilk aşama objelerin parçalarına ayrıldığı “Analitik Kübizm” olarak bilinmekteydi. Burada amaç objeyi taklit etmekten çok onun gerçeğini yansıtmaktı ve dönemin önemli eserleri şu şekildeydi: “The Guitar Player“(1910), “Portrait of Ambroise Vollard“(1910), “Accordionist“(1911), “Aficionado“(1912).
1912 yılında ise Picasso ve Braque ortaklığında Kübizm akımı, bir başka basamağına geçti: “Sentetik Kübizm”. Gerçek dünyayı tuvale aktarmak anlamında uç noktada değerlendirilen bu basamakta, küçük parçalar önemli yer tutmaktaydı. Ressamın Sentetik Kübizm döneminde ortaya çıkan çalışmalarından bazıları “Guitar and Violin”(1912), “Glass and Bottle of Suze”(1912), “Clarinet and Violin”(1913) ve “The Italian Girl”dü. (1917)
Birinci Dünya Savaşı döneminde Braque’la ortaklığı sona eren Picasso, savaş sonrasında toplumsal çözülmeyi ve teknolojik terörün yarattığı dehşeti resimlerine yansıtmaya başladı ve klasik çizgisine geri döndü. Jean Cocteau ile beraber Roma‘da kaldığı bu yıllarda sahne dekoratörü olarak çalışmaya da başlayan Picasso, dansçı Olga Kokhlova‘yla tanıştıktan çok kısa bir süre sonra yeniden dünya evine girdi. Oğlu Paulo’yla birlikte eşinin birçok portresini de yapan Picasso 30’lu yıllarda sürrealizmden etkilenmeye başlamıştı.
1927 Ocağında Marie-Therese‘yla tanışan ve aşık olan Picasso, eşi Olga’yla anlaşamıyordu. Therese’nin sayısız resmini yapan ressam bu ilişkisini yıllarca sürdürdü. Olga ile geçimsizlikleri artık dayanılmaz bir noktaya ulaştı ve o dönem hamile kalan sevgilisi
Marie-Therese’den Maya isminde bir çocuğu oldu. Ancak ondan bir türlü ayrılmak istemeyen Olga yüzünden sinirleri bozuk olan Picasso, kolay kolay işe yoğunlaşamamaktaydı. Bir mektubunda: “Bu hayatımın en kötü dönemi.” diye not düşen ressam herkesten uzaklaşarak şiir yazmaya başladı.
1931 yılında Paris yakınlarında bir konak satın alan Picasso arkadaşları Louis Fort ve Gonzales‘ in teşviki ile gravür ve heykel atölyesi kurdu.
27 Nisan 1937 yılında Almanların saldırısıyla bombalanan Guernica kasabasının durumu ressamı çok etkilemişti. Picasso bu olaydan sonra tamamladığı eserine Guernica adını verdi. Konuyla ilgili olarak ilginç bir olay da gelişmişti. Zira Picasso atölyesinde Guernica’yı tamamlamak üzereyken Alman bir komutan içeri girmiş, tabloya uzun süre baktıktan sonra Picasso’ya bu resmi siz mi yaptınız diye sormuştu. Bunun üzerine ünlü ressamın cevabı: “Hayır, siz yaptınız.” olmuştu. Guernica, Picasso’nun en ünlü eseri olarak değerlendirildi. İspanya İç Savaşı sırasındaki Alman bombardımanını sembolize eden bu büyük tablo, savaşın insanlık dışı, umutsuz ve alçakça tarafını yansıtıyordu. Uzun yıllar New York‘taki Modern Sanatlar Müzesi’nde kalan tablo Picasso’nun isteği üzerine ülkesi İspanya’da sergilenmedi. Zira Picasso, İspanya’da uygulanan demokrasiden memnun değildi. Tablo ancak 1981 yılında kendi topraklarına geri dönerek Cason del Buen Retiro‘da sergilenmeye başlamıştı. Madrid’de 1992 yılında
Reina Sofia Museum açıldığında ise “Guernica” bu büyük müzenin en önemli parçası olarak şimdiki yerini aldı.Picasso’nun bu dönemde ortaya çıkardığı en önemli eserlerinden bazıları “Woman-Flower“(1946), “Portrait de Sylvette“(1954) ve “Don Quixote“tu.(1955)
Hayatı boyunca savaşa karşı olan fakat hep savaşla yaşamak zorunda kalan Picasso’nun yakın arkadaşlarından Max Jacob, 1944 yılında Almanlar tarafından götürüldüğü Yahudi toplama kampında öldürüldü.
1945 sonbaharında iki yıldır tanıdığı ressam Françoise Gilot ile yaşamaya başlayan Picasso, Güney Fransa’ya yerleşerek sevgilisi Françoise’ in sayısız portresini yaptı.
1949 yılında ressamdan üyesi olduğu Komünist Parti tarafından Paris’ te düzenlenen Barış Kongresi için bir afiş yapması istendiğinde Picasso bugün barışın simgesi olan güvercin resmini yaptı ve çalışması Avrupa‘ nın bütün kentlerinde duvarları kapladı. Claude’dan sonra Françoise Gilot’tan doğan ikinci çocuğunun ismini de İspanyolcada güvercin anlamına gelen Paloma koyan Picasso, 1956 yılında Macaristan‘ ın Sovyetler tarafından işgaline kadar politik faaliyetlerine devam etti.
Oldukça üretken olan Picasso, 1948‘ den beri yaşadığı Vallauris’ te seramik ve çömlekçiliğe merak sararak bu alanda çok yaratıcı eserler ortaya koydu. 70 yaşında olmasına rağmen, mutlu, canlı ve enerjik olan ressam, Françoise’in iki çocuğunu alarak ondan ayrılmasından sonra eski depresif günlerine geri döndü. Kendisini bir sinema yıldızı gibi izleyen gazetecilerden bunalan ressam yeni sevgilisi Jacqueline Roque‘ la Cannes sırtlarında denize bakan “La Californie” adlı villasında gözlerden uzak bir yaşam sürmeye başlayıp sadece yakın arkadaşları ile görüşmeye başladı.
14 Mart 1961 tarihinde Jacquelin Roque ile evlenerek Cannes’ e sekiz kilometre uzaklıkta küçük bir kasaba olan Mougins yakınlarındaki bir tepedeki çiftliğe yerleşti.
1 Mayıs 1970‘ de son yıllarda yapmış olduğu resimleri Avignon’ daki “Papalar Sarayı” nda sergilenen ressam, dostu Jaime Sabarte‘ nin yardımları ile Barselona’ da açılan Picasso Müzesi‘ne gençlik yıllarında yaptığı tüm eserlerini hediye etti.
Yapıtlarıyla, yaşarken ölümsüzlük mertebesine ulaşan ressam, 8 Nisan 1973‘te hayata gözlerini yumdu. Yaşamının son yirmi yılında kariyerinin en üretken dönemini geçiren Picasso, hiç kuşkusuz 20. Yüzyılın en önemli sanatçılarındandır. Picasso’nun fırtınalı aşklarını ve sanatçı kişiliğini gözler önüne seren “Surviving Picasso” filminde ressamı ünlü oyuncu Anthony Hopkins canlandırdı. Portresini çekme şansına erişen Ara Güler‘e ise bir resmini hediye ettiği söylenmektedir.
2018 yılında National Geographic yapımı Deha serisi 2. sezonunda Pablo Picasso’nun hayat hikayesi ele alınıyor. 10 Bölümlük belgesel serisi DEHA, 20. yüzyılın en tartışmalı sanatçısı Antonio Banderas‘ın oynadığı Pablo Picasso’nun çalkantılı hayatı keşfediliyor.