Sergei Eisenstein kimdir, İcra ettiği sinema sanatını yalnızca filmlerle değil, her biri birer devrim niteliği taşıyan görüş ve uygulamalarıyla besleyen Eisenstein, sinema tarihinin en önemli filmlerinden sayılan, “Potemkin Zırhlısı”, “Ekim” ve “Grev” adlı filmleriyle gerek kurgusal alanda gerekse konu bakımından sinemada “devrim”i gerçekleştirmiştir.
Sergei Mikhailovich Eisenstein, 23 Ocak 1898 tarihinde Rus İmparatorluğu’nda, bugün Letonya’nın başkenti olan Riga’da dünyaya geldi. Henüz 7 yaşındayken anne ve babasının ayrılığına tanık olan Sergei’in hayatı, 1910 yılında taşındıkları St. Petersburg’da şekillenecekti. Bu büyülü şehir, mimari ve mühendislik çalışmalarının yanısıra devrim ateşinin de onun üzerinde film çekimi konusunda müthiş bir etki yapacağı başlangıç noktasıydı. Eisenstein’ın içindeki mimar, bu mesleği icra eden babasının baskısıyla doğmuş, Rönesans’ın kullandığı boşluk olgusundan ilham almasıyla güçlenmişti. Ailesinden iyi bir eğitim alıp Fransızca, İngilizce ve Almanca öğrenen küçük dahi, Leonardo da Vinci‘nin çalışmalarını hayranlıkla inceliyor, Freud’un Leonardo eserleri hakkındaki çözümlemelerinden çok etkileniyordu. Henüz tümüyle keşfetmemiş olmakla birlikte içinde görsel sanatlara karşı durdurulamayan bir güç ve arzu vardı.
Takvimler 1917 yılının Ekim ayını gösterdiğinde, Rusya’da, 20. yüzyılın ilk Marksist Komünist devrimi olan Ekim Devrimi gerçekleşti. Eisenstein, St. Petersburg’daki o asi kalabalığın coşkusunu izlerken geleceğini görüyordu. Kızıl Ordu’ya girdi, yapılanmaya ve savunma gücünün oluşmasına katkıda bulundu. Hepsinden önemlisi, büyülü kariyerinin ilk adımını, askerler için eğlence programları hazırlayarak, orduda atmış olmasıydı.
Bir süre sonra askerlik hayatının ona göre olmadığını anladı ve 1921 yılında Moskova’da yer alan ve orijinal adı Proletkult Theater olan “Halk Sahnesi”ne yardımcı sahne tasarımcısı sıfatıyla dahil oldu. Çok kısa sürede yönetmen yardımcılığına ve yönetmenliğe kadar yükseldi.
Eisenstein, tiyatro tecrübelerinde de daima yeniliği arıyordu. Önce bir sirkte geçen “The Sage” (“Bilge”) oyununu sahneye koydu. “Do You Hear, Moscow?” (“Duyuyor Musun Moskova?”) ile başlayan şaşırtıcı özgünlük, üçüncü çalışması “Gas Masks” (“Gaz Maskeleri”) ile doruğa ulaştı. Oyun, çalışma saatleri içinde bir havagazı tesisinde sergilendi. Devrim niteliği taşıyan bu biçim, Eisenstein’a sinemanın kapılarını ardına kadar açmış, izlemesi gereken yolu net bir şekilde göstermişti.
1924 yılında Halk Sahnesi, Eisenstein’a “Towards The Dictatorship” (“Diktatörlüğe Doğru”) adlı 8 serilik bir film çalışmasının beşinci bölümünün yönetmenliğini üstlenmesi teklifinde bulundu. Eisenstein, yetkilileri ikna ederek kitlesel bir hareketin anlatılacağı bu önemli bölümü 1. sıraya aldırdı. Bu proje, usta yönetmenin ilk uzun filminin çıkış noktasıydı.
Eisenstein’ın, “Devrim Üçlemesi” olarak da bilinen üç büyük eserinden ilki, 1924 yılında filme aldığı “Grev” oldu. Orijinal adı “Stachka” olan yapım, fabrika işçilerinin grevini içeren bir propaganda anlatımıydı. Kötü çalışma koşullarını protesto etmek isteyen işçiler ve talepleri karşılamamak için gereken her şeyi yapmaya hazır bir yönetimin karşı karşıya gelişi konu edilmişti.
“Grev”in Washington’daki gösteriminden sonra 10 yaşındaki bir izleyici, yaşadığı deneyimi “Beynimin iki tarafının da patlamak üzere olduğunu hissettim” sözleriyle anlatmıştı.
Küçük izleyicinin bu tanımı, “Grev”in adeta özeti niteliğindeydi. Kullanılan benzetmeler, yer yer düşündüren, yer yer güldüren, bazen de rahatsızlık verici boyuta ulaşan semboller, hayranlık uyandıran bir görsel anlatımı meydana getiriyordu. Verilen her duyguyu bütün yoğunluğuyla yaşayan izleyici, “Grev”i asla unutmayacaktı.
Eisenstein, “filmin yaratıcı gücü ve ham çekimlere anlam veren bir yaşam prensibi” olarak tanımladığı “kurgu” kavramını “Grev”de ilk kez izleyicilerle buluşturdu. Kurgu, yeni bir fikri yansıtmak için iki film karesini yanyana koymaktı. Eisenstein, düzenlemesini ünlü şair Mayakovsky’nin yaptığı montaj teorileri temalı ilk makalesinde yeni bir kurgu anlayışından, “Çarpıcı Kurgu“dan söz ediyordu. İlerleyen yıllarda yorumcular, bu türün basit matematiksel çözümlemesini Tez + Anti tez = Sentez ve 1 + 1 > 2 şeklinde yaptılar.
Eisenstein’ın “Potemkin Zırhlısı” filmi de, gerçek anlamda bir bildiri niteliği taşımaktadır. Her kesimden izleyicinin kolayca algılayabileceği kadar yalın ve etkili, görsel yönden akıllara durgunluk verecek derecede yenilikçi ve kusursuz olan yapıt, 1905 Rus Devrimi’nin bir parçası olan Potemkin Zırhlısı Ayaklanması’nın yıldönümünde sunulmuştur.
Filmin başında Lenin‘in 1905 tarihli şu sözlerine yer verilir;
Potemkin Zırhlısı’nın müthiş anlatımı ve etkileyici görsel gücünün yanısıra yapımı sırasında harcanan emek de şaşırtıcı derecede büyüktür. Film için gerekli olan ilk şey, Potemkin’i simgeleyecek bir zırhlıdır. Ancak geminin orijinali sökülüp parçalara ayrıldığından başka arayışlara yönelinmiş, Sivastopol açıklarında gövde bölümü kayıp olan demirlemiş silahsız bir zırhlı bulunmuştur. Donanma arşivlerinden elde edilen bilgiler ışığında gövde yeniden oluşturulur.
Olumsuzluklardan birini yenerken diğeriyle karşılaşan Eisenstein, gemi üzerinde sınırlı bir alanın kullanılabilir olması, fonda kayalıkların görünmesi, kameranın hareket şansının olmayışı ve bunun gibi tahmin edilemeyecek kadar çok aksilikle mücadele etmek zorunda kalmıştır.
Film inanılmayacak kadar kısa bir sürede, kurgusuyla birlikte 3 ayda tamamlandı. Elde edilen başarı elbette tesadüf değildi. Ancak en az çekim süresi kadar inanılmazdı. Eisenstein’ın ünü dünyanın her yerine yayıldı, 1958 yılında yirmibeş ülkeden toplam 117 film tarihçisi, Potemkin Zırhlısı’nı “tüm zamanların en iyi filmi” seçti.
Ünü günümüze kadar ulaşan filmin, zaman zaman kendisinden daha da öne çıkan Odessa Merdivenleri sahnesi, dünya sinema tarihinde çok özel bir yere sahiptir. Belki de bugüne kadar hiçbir filmde böylesine büyük bir vahşet, böylesine etkili ve dehşet verici biçimde anlatılmamıştır.
Odessa, bugün, Ukrayna’nın güneybatısında yer alan ve Karadeniz kıyısındaki en büyük limanlardan birine sahip olan sevimli bir şehir. Ve işte 142 metre uzunluğundaki büyük Odessa Merdivenleri. Bundan tam 101 yıl önce, Potemkin Zırhlısı ayaklanması sırasında tüyler ürpertici bir katliama tanıklık eden bu merdivenler, Eisenstein’ın yapıtıyla ölümsüzleşti.
Potemkin Zırhlısı, sadece Eisenstein’ın değil sinema tarihinin de en önemli filmlerinden biridir. Günümüze kadar beyazperdeye yansıyan sayısız filmde Potemkin Zırhlısı’ndan etkilenmeler açıkça görülmektedir. Özellikle Francis Ford Coppola‘nın “Baba”, George Lucas‘ın “Yıldız Savaşları 3: Sith’in İntikamı”, Brian De Palma‘nın “Dokunulmazlar”, Woody Allen‘ın “Bananas”, “Aşk ve Ölüm” ve Terry Gilliam‘ın “Brazil” filmlerindeki benzer sahneler, Potemkin Zırhlısı’na birer saygı duruşu niteliği taşımaktadır. Örnekler arasında Steven Spielberg imzalı “Schindler’in Listesi” adlı yapıttan da söz edilebilir. Siyah beyaz çekilen filmin en etkili sahnelerinden birinde Nazi askerlerinden kaçan küçük bir kızın kırmızı kabanı, renkli olarak görüntüye gelir. Bu etkiyi de ilk kullanan Sergei Eisenstein olmuştur. Usta yönetmen, “Potemkin Zırhlısı”nda bir bayrağı kare kare elleriyle renklendirerek bir ilke daha imza atmıştır.
“Potemkin Zırhlısı”, dünyanın her yerinde büyük ilgi görmüş, bitmek bilmeyen tartışmalara yol açmış, birçok yerde adından “tüm zamanların en iyi filmi” olarak söz ettirmiştir.
Filme en büyük ilgiyi gösterenlerin başında Alman izleyiciler geliyordu. Alman ordusunun mensuplarının ise filmi izlemesi yasaklanmıştı. Çıkabilecek bir ayaklanmadan korkuluyordu. Film, Amerika’da 1926 yılında gösterime girdi. Chaplin “dünyanın en iyi filmi” değerlendirmesini yaptı. Fransa’da yetkililer buldukları bütün kopyaları yaktılar. Paris’te yalnızca çok az sayıda sanat evinde gösterim gerçekleşebildi. İngiltere’de ise 1954 yılına kadar yayımı yasaktı.
Eisenstein’ın bir sonraki filmi, 1927 tarihli “Ekim” oldu. 1917’deki Şubat ve Ekim devrimlerinde ortaya çıkan güç değişimlerinin konu alındığı film, yönetmenin en çok tartışılan yapıtları arasındadır. Ayrıca “Ekim”, Sovyet hükümetinin, devrimin 10. yılı anısına yapımına destek verdiği iki filmden biri olmuştur. Diğeri ise Pudovkin’in “St. Petersburg’un Sonu” adlı yapıtıdır.
Batılı eleştirmenlerin ve izleyicilerin başlıca sorunu, 1917 Rus Devrimi’ni kendilerine yakın bulmamalarıydı. Ayrıca çeşitli sansürlemeler nedeniyle izledikleri kopyalar hep kesik kesikti ve yönetmenin anlatmak istedikleri olabildiğince saptırılmıştı. Özellikle Amerika’da uygulanan sansür şaşırtıcı boyutlara ulaşıyordu. Avrupa baskısı ise, orijinal Moskova baskısından yaklaşık 1200 metre daha kısaydı. Filmi sunarken kullandıkları isim bile anlamsız bir şekilde değiştirilmişti. Orijinal isim olan “Ekim”in yerine Alman dağıtıcı firmanın seçtiği “Dünyayı Sarsan 10 Gün” ismi kullanılıyordu. Bu isim, Eisenstein’ın filmin hazırlık çalışmaları sırasında başvurduğu John Reed imzalı yapıma aitti.
“Ekim”in araştırma safhası, Eisenstein’ın daha önceki filmlerinden çok daha kapsamlıydı. Bu defa yüzlerce gazete yazısını, eski fotoğrafları, anı kitaplarını ve belgeselleri inceleyerek işe başladı. Gerçekliğin yaratılması için gösterdiği bütün bu çabanın yanında, ilerici anlayışının gerektirdiği yeni sinematografik öğelerin kullanımı konusunda da kararlıydı. Ancak bu adım, izleyenlerin filmi anlamasına engel olabilirdi. Usta yönetmen bu çekinceyi kısa sürede üzerinden attı ve üçlemesinin son yapıtıyla “entellektüel sinema”nın kapılarını açmayı başardı.
Eisenstein, “Ekim”de, “Grev” ve “Potemkin Zırhlısı”na oranla kendi isteklerini daha ön planda tutmuş, bir başka deyişle daha “özgür” çalışma imkanı bulmuştur. Gerek teknik açıdan, gerekse anlatım yönünden oldukça rahat ve iddialı bir eser ortaya koymuş, fakat yine de entellektüel sinema anlayışının tüm gereklerini gelecek yapıtlarına bırakmıştır.
Eisenstein, filmin klasikleşen sahnelerinden birinde tanrı kavramını ilginç bir üslupla ele almıştır. Hristiyanlığın, kutsal değer biçilen diğer inanç öğeleriyle bağlantılarına dikkat çekerek tanrı kavramının erişilmezliği ve güçlü itibarıyla küçük bir düşünce oyunu oynamıştır. Somut objeleri yanyana getirerek bir tezi bütün çıplaklığıyla ortaya koymuş, doğrudan izleyicinin genel düşüncesine etki etmiştir. Sahne, “akıllı kurgu”nun en güçlü örneklerinden birini oluşturmaktadır.
Etkileyici, hatta ürkütücü bir tonal atmosfer içinde sergilenen sahnede Hz. İsa’nın barok temsilinin ardından Hint tanrısı, Buda, Aztek tanrısı ve ilkel bir put görüntüye gelir. Tüm dinlerin birbirine benzediği vurgusunun yapıldığı bölümün ardından put, askeri tören kıyafetiyle karşılaştırılmış, hükümetin yurtseverlik ve dindarlık hevesine gönderme yapılmıştır.
“Ekim”, her zaman bir “problem film” oldu. Eleştirilerle övgüler birbirine karıştı, anlayanlar ve anlamayanlar arasındaki tartışmalar uzayıp gitti. 1920’li yıllarda deneysel bir film yapma cesaretini göstermenin elbette ki bir bedeli olacaktı. Tüm eleştirilere rağmen “Ekim”, tüm dünyada adından söz ettirmeyi başarmıştı.
Eisenstein, 1928 yılının sonbaharında, işbirlikçisi Grigori Aleksandrov ve sinematograf Eduard Tisse ile birlikte Avrupa’ya gitti. Ziyaretin amacı; sesli film teknikleri konusunda bilgi toplamak ve kapitalist batı dünyasını ünlü Sovyet sinemacılarla tanıştırmaktı. Eisenstein ise bu geziyi, Sovyetler Birliği dışındaki yerlerde bulunan mekanları ve kültürleri yerinde inceleme fırsatını bulacağı için istemişti.
Filmde yaşanan olayların bir kahramana odaklandığı ilk eseri olan “Genel Çizgi”yi bitirdikten sonra Berlin, Zürih, Londra ve Paris’e gitti. 1930 Mayıs’ında ise Hollywood’un yolunu tuttu. Ancak onun sinema anlayışı ile Amerikan film stüdyolarınınki oldukça farklıydı. Amerika, Eisenstein için bir hayal kırıklığı oldu. Bu dönemde ürettiği “Yaşasın Meksika!” da acı bir tecrübeydi.
Eisenstein daha sonra, 1945 yılında “Korkunç İvan”ı beğeniye sundu. Devamı 1946 yılında çekilen filmin üçüncü bölümü tamamlanamadı.
29 filmde yönetmen, 17 filmde yazar, 5 filmde kurgucu, 2 filmde yapımcı, 2 filmde de sanat yönetmeni olarak görev alan ve karşılaştığı her zorluğu, ürettiği yeni bir yöntemle aşabilme gücüne sahip olan büyük yönetmen ve düşünür Sergei Eisenstein, ansızın gelen ölüm karşısında çaresiz kaldı. Kuleşov’un “Film Yönetiminin Temel İlkeleri” adlı kitabının “Renk” konulu bölümü için kompozisyon yazdığı sırada geçirdiği kalp krizi sonucu 11 Şubat 1948 Çarşamba günü hayata gözlerini yumdu. Henüz 50 yaşındayken son yolculuğuna çıkan usta, Moskova’da, Prokofiev, Shostakovich ve Tolstoy gibi devlerle birlikte Novodevichy Mezarlığı’nda yatmaktadır.
Sergei Eisenstein hakkında ziyaretçi yorumları